Vatan KÖSERELİ
DEVLET
ve TERÖR
Terör diyoruz ama, sözcük anlamı uluslar
arası boyut kazanmış bir terim. Türkçe konuşanlar için bu terimin karşılığı bir
sözcük bulunmakta zorluk çekildiği için Türkçe’de aynıyla kabul görmüştür.
Bundan dolayı olsa gerek Türkiye’de terör her kesim için çok farklı yerlere
çekilebilmiştir.
Anayasal
temelde Devlet düzeneği ve geleneği iktidar meşruiyetinin tartışılmazlığını
hedeflemektedir. Dolayısıyla terörün günümüzde sanılandan çok farklı boyuttaki
temel tehdit durumu, iktidara ulaşmanın bir aygıtı olarak kullanılabileceği
algısının gelişmesidir.
Bu algı yönetimi Dünyadaki hakim güçler
tarafından Üçüncü dünya ülkelerinde uygulamaya geçirilmektedir. Uygulamalar
açısından daha vahim durum, sözde “Arap baharı” örneğinde olduğu gibi, üçüncü
dünya ülkeleri için dayatamaya dönüşmüş olmasıdır.
Terörün
Üçüncü dünya ülkelerinde iktidar için en birincil yöntem olduğu algısının
pazarlanmasının Küresel sömürgeciler için bir ihtiyaç olduğu durumu,
1990’lardaki Irak işgali deneyiminde bizzat yaşanarak idrak edilmiştir.
Tam da
bu sıralar soğuk savaş biterken, yerine başlayan dönem her ne kadar “barış”
olarak adlandırılsa da, yaşanan gerçeklik bambaşka bir boyutta, en iyi niyetli
söylemle, “soğuk barış” dönemiydi.
Nasıl
ki soğuk savaşta iddia edilenin aksine bir savaş söz konusu değilken bu soğuk
barış dönemin de barışın yeni yıl dileklerinden öte bir anlam taşımadığı çok
geçmeden anlaşılacaktı.
“Soğuk
savaş” döneminin “casusluk savaşları” yerini; “soğuk barış”ta sözde Sivil
Toplum Kuruluşları’nın barış ve demokrasi havariliği öncülüğündeki “barış için”
yerel çatışmalara bırakmıştı.
ABD’deki
ikiz kulelere yönelik yolcu dolu uçakların kitlesel canlı bombalar olarak
kullanıldığı Onbir Eylül ya da ABD’deki söylemle 9/11 saldırılarının da; Batı
sözde medeniyetindeki terör potansiyelini üçüncü dünyaya ihraç etmeye gerekçe
oluşturmak için zorunlu olarak hayata geçirilmiş bir planlama olduğu iddiası da
yabana atılamamaktadır. Bu iddia her ne kadar komplo teorisinden öte bir kanıta
dayanmasa da; son 14 yıllık gelişmeler, “soğuk barış”ın tam orta yerinde
Küresel sömürgecilerin kalbinin vurulması, sebebi ne, failleri kim olursa olsun
sonuçları itibarıyla başka seçenekleri akla getirmemektedir.
Dolayısıyla
“soğuk barış” döneminin en temel özelliği Üçüncü Dünya’da terörün iktidara
ulaşmada meşru bir aygıt ve araç olarak kanıksanması durumu olmuştur.
Bu
dönemde aynı Batı ; terörü Üçüncü Dünya ülkelerindeki iktidar savaşlarında
meşrulaştırırken kendi topraklarına teröristlerin gölgelerinin dahi düşmesine
fırsat tanımamıştır. Bunun da ötesinde
Batı, kendi vatandaşları arasındaki kriminal tipleri de Üçüncü Dünya’ya ihraç
etmek suretiyle bir çeşit olası toplumsal huzursuzluklara da ön almıştır.
Günümüz
Küresel sömürgecileri; kamuoyunda sıkça duyduğumuz tabiriyle “koalisyon
güçleri” tüzel kişiliğinde ete kemiğe bürünmekle birlikte esas itibarıyla
İngiltere Krallığının manevi öncülüğünde ve ABD’nin manevi sözcülüğünde kendine
bir anlam bulmaktadır.
“Terörü
Üçüncü Dünya’ya ihraç stratejisi” uygulamalarının ne tek boyutlu ne de tek
karar odaklı olarak hayata geçirilmiş olduğu söylenemez.
Türkiye’ye
dayatılan Başkanlık sistemi; sanılanın aksine ABD’deki uygulama değil tam
tersine, Küresel sömürgecilerin “soğuk barış” dönemindeki sömürü aygıtlarının
kamufle edilmesi yöntemi olarak Üçüncü Dünya’daki tek menfaat grubu odaklı
yönetsel sistemlerdir. Meksika Brezilya başta olmak üzere, Küresel sermayeye
tehdit oluşturabilecek potansiyeldeki ülkelerde bu tarz başkanlık sistemleri hayata
geçirilmiştir.
Çünkü
Küresel sömürgecilerin dünyayı bir köy gibi görmelerinin eseri olarak, onların
gözünde Devlet başkanlığı da bir tek makamdır ki o da İngiliz Krallığıdır. Anglo-Sakson
geleneğindeki yönetsel sistemlerde bir hanedana dayalı Anayasal Monarşi söz konusudur.
Kanada, Avustralya ve Yni Zelanda örneğinde ise Kralı temsilen atanmış Genel
Valiler Devlet başkanlığı görevini icra etmektedir. Ancak ABD’de bu iki durum
da söz konusu değildir. ABD başkanı sanılanın aksine Birleşik Devletlerin
Devlet Başkanı değil Birleşik Devletler Yürütmesinin (Administration) başıdır.ABD’de
devlet yönetiminde bir Hükümet (Government) değil bir bütün olarak Yürütme
(Administration) söz konusudur.
ABD’nin Devlet başkanı sembolik olarak
İngiliz Kralıdır. Kralın ABD’deki devlet başkanlığı yetkileri de yine İngiliz
Kralı adına fiili olarak Senato tarafından kullanıla gelmektedir. Örnek olarak
Anayasal Monarşilerde Hükümetlerin Kralın onayına sundukları Bakan, Büyükelçi
vb atamalar, ABD’de Senato tarafından onaylanmadıkça hukuki bir geçerlilik
kazanmış olmazlar.
Anayasal
Monarşilerde ya da Parlamenter Demokrasilerde; devlet erkleri ve kurumları
yerli yerinde olunca yetki çatışması olmadığı gibi, işleyen hukuk sistemi sonucu
herkes görevini bilmekte ve devletin işlevselliği en etkin düzeylere
taşınabilmektedir.
Anayasası
olmadığı iddia edilen İngiltere’de sistem 800 yıl önceki Magna Carta; yani
Türkçesiyle 1215 tarihli Devasa Şart
olarak adlandırabileceğimiz metin üzerinden işleye gelmiştir.
Oysa
Magna carta sanılanın aksine özgürlükler beyannamesi olmadığı gibi insan
haklarıyla yakından uzaktan ilgisi olmayan, adeta “özel hukuk sözleşmesi”ni
çağrıştıran bir içeriğe sahiptir. Magna Carta; Kralın Kutsal meşruiyet (yani
Tanrı’dan alınan ya da tanrısal) kaynaklı iktidarını, Mutlak meşruiyet (Yani
toprağa dayalı mülk’e dayalı) iktidarla dengelenmesinin yazılı bir metne
dönüştürülmüş halidir. Diğer bir
ifadeyle iktidarın meşruiyet kaynağının “kutsal dayanaktan, mutlak dayanağa
doğru geçişgenliğinden” başkaca bir şey değildir.
Diğer taraftan ise Magna Carta ; iktidara ulaşma meşruiyeti
edinmiş odakların, Anayasal sistem adıyla müşterek değerler etrafında
toplanarak iktdar menfaatlerinden yararlanma geleneğinin temellerini atmış
oldu. Bu anayasal gerçeklik her ne kadar 800 yıldır insan hakları tarihinin ilk
belgesi gibi yansıtılmış olsa da bugünkü İngiliz Krallığının kök ve temellerini
doğru anlamamız açısından oldukça önemli bir işlev görmektedir. Küresel
sömürgecilerin en azından köklerinin doğru tanımlanması; sömürge veya sömürge
adayı olan Üçüncü Dünya ülkelerinin, karşı stratejileri geliştirmelerinde ana esası
oluşturmak zorundadır.
Çünkü günümüz itibarıyla Küresel sömürgeciler Üçüncü dünya
ülkelerinde terörü iktidara ulaşmanın bir meşruiyet kaynağı haline getirmekteler.
“İstihbarat Hukukuna Giriş” kitabının yazarı Vatan
KÖSERELİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder